Birkaç gün önce KKTC Dışişleri Bakanı sıfatıyla bir açıklama yapan Serdar Denktaş, “Filistin gibi savaşırız.” tehdidinde bulundu.
“Çözüm olmaz ve Türkiye bizi gözden çıkarırsa” şartına bağlanarak da olsa “FKÖ usulü direnişe geçilebilir” denilmesi az buz bir şey değildi. 30 yıldır dünyaya meşruiyetini ilan etmeye çalışan bir devletin Filistin Kurtuluş Örgütü’ne heveslenmesi düşündürücü...
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş önceki gün bir TV kanalına konuşuyor. 17 Aralık sonrası Abdullah Gül ile görüştüğünü, rahatladığını söylüyor. Ne var ki “yabancıların beyanatı”ndan şüpheleniyor. O da oğlu ile ağız birliği ederek “Türkiye bizi bırakıp giderse bize silahtan başka seçenek kalmıyor.” diyor.
Anlaşılan o ki Kıbrıs Türk kesiminde yeni bir söylem geliştiriliyor. Muhtemel bir olumsuz gelişmeye karşılık silahlı mücadeleden, FKÖ gibi bir örgüte dönüşmekten resmen bahsediliyor.
Serdar Denktaş’ın “çözüm olmazsa” şartı, “Çözüm nedir? Kime göre çözümdür? sorularını da gündeme getiriyor. Bunu Annan Planı tartışmalarında da yaşamıştık. Türk diplomasisinin “başarı” olarak nitelediği konulara, Kıbrıs Türk yöneticilerinin bir kısmı “hezimet” benzetmesiyle yaklaştı. O kadar ki Rauf Denktaş konuyu, Türkiye’nin iç siyaset malzemesi haline getiriyordu adeta. Askerî yetkilileri de yanına alıyor, plan hakkında veryansın ediyordu. Denktaş, Kıbrıs Türkü’nü referandumda hayır demeye ikna edeceğine, Türkiye’deki hükümete baskı yaptırmaya kalktı. Nihayet Kıbrıs Türkü Annan Planı’na “evet” dedi. Bu, Kıbrıs davasına ömrünü adamış bir liderin tükenişi anlamına da geliyordu.
Referandum göstermişti ki, Kıbrıs Türk yönetimi adadaki halkı kazanmak için 30 yıl gibi uzun bir süreyi boşu boşuna harcamıştı. Ne millî bir şuur oluşturabilmişti Ada’da; ne de dinî bir hassasiyet. İş başa düştüğünde kapalı kapılar ardında Denktaş’ın “Kıbrıs sadece millî değil; aynı zamanda dinî bir meseledir.” demesine çok sert cevap gelmişti: “Şimdi mi aklına geldi? Hani dinî hassasiyeti ifade edecek en küçük bir icraatınız?” Rauf Bey’in ikna edici cevabı yoktu maalesef! Bugün de yok. O yüzden torununun Rum kesimi için pasaport başvurusunu açıklayamıyor...
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan bu yana millî, aynı zamanda gerçekçi bir politika oluşturulamadığı ortada. Öteleye öteleye süründürülen Kıbrıs konusu, mızıkçılık yapılamayacak kadar global, fitnecilik yapılamayacak kadar millî bir dava. Bulunacak çözüm, hem Türkiye’yi ikna etmeli; hem de Kıbrıs Türkü’nü.
Kıbrıs’ta yürütülecek gerilla metoduna gelince; o mevzuda da karanlık noktaların olduğunu hatırlatmak gerekiyor. 200 bin civarında Türk’ün yaşadığı ve Rize’den küçük yüzölçümü olan KKTC’de 15 yılda 45 bombalama olayı yaşandı. 24 Nisan’daki referanduma “evet” cephesinde yer alan Asil Nadir’in Kıbrıs Gazetesi, 6 Mayıs’ta bombalı saldırıya uğramıştı. 11 Mayıs’ta terk edilmiş bir arabadan tahrip gücü yüksek bombalar çıkmış, bomba uzmanı bir astsubay gözaltına alınmıştı. Kıbrıs başbakanı, C-4’lerin ele geçirildiği günlerde Ada’da olan Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Paşa’ya şikayetini iletmişti.
Kıbrıs’ta adi suç oranı çok düşük olmasına rağmen siyasi olayların hadd-ü hesabı yok. Mesela Başbakan Talat’ın evinin önünde patlayan bombanın sırrı (18 Şubat 2004) hâlâ çözülemedi. 96’da öldürülen gazeteci Kutlu Adalı’nın failleri hâlâ bulanamadı. 2001’de Avrupa Gazetesi’ni bombalayanlardan hâlâ iz yok...
Kıbrıs’ın komitacılığa değil, dünya ile entegre olabileceği bir çözüme ihtiyacı var. Bu çözüm, kargaşadan değil, Türkiye ile belirlenecek uzlaşmadan geçiyor. Daha ötesi maceracılıktır...
|
Bu
yazıya 0
adet yorum yapıldı.
|
|
|
|
|
|
|
Ziyaretçi Sayımız |
2338009
|
|